Tarihi yapılarıyla dikkat çeken, Türkiye‘nin en güzide şehirlerinden biri olan Batman bu yıl da vatandaşların ilgisinde… Peki Batman’da nereler gezilmeli? İşte Batman’da gezilecek yerler!
1. HASANKEYF ÖRENYERİ – BATMAN
Hısnkeyfa olan bu şehrin adı “Kayahisarı” şeklinde tercüme edilir. Eski tarih ve kavimlerden bu tür kelimelerin anlamı “korunmaya musait” yer anlamına geldiği belirtilmektedir. Kalenin yekpare taştan olmasından dolayı çeşitli dillerdeki Hasankeyf ifadesi “Taş Kalesi” manasına gelmektedir. Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu, şimdiye kadar karanlıkta kalmış, eldeki bilgi ve verilerin yeterli olmaması nedeniyle kuruluşu hakkındaki görüşler , bir ihtimal olmaktan öteye gitmemiştir. Şehrin jeopolitik yapısı, önemi ve mesken olarak kullanılan çok sayıdaki mağaraların, Hasankeyf’in çok eski bir yerleşim merkezi olduğunu gösterir.
Hasankeyf tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır. Hasankeyf; Diyarbakır ve Cizre şehirleri arasında önemli bir kara ve su yolu güzergahında olup, savaşların olmaması ve ticaret yollarının burdan geçmesi bir yerde Hasankeyf’i kültürleri kavşak noktası haline getirmiştir.
İran ve iç asya kültürleri , doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürlerini barındığından, Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için Hasankeyf’e kale inşa edilmiştir. Miladi üçüncü asırda İranlılar Mezopotamya yı ele geçirince Roma imparatoru Diyokletion harekete geçerek, bütün Mezopotamya ve Dicle nehrinin doğusundaki yerleri aldı. M.S. 633 yılında Hasankeyf’in Bizanslıların denetiminde olduğu ve 451 yılında Bizanslıların yaptırdıkları kale ve korunma amaçlı yapıtları ile şehrin denetimine müslümanlar tarafından feth edilene kadar sahip olmuşlardır.
Hicri 17. yılda Hasankeyf islam orduları tarafından ele geçirilmiştir. Antik kent, sırası ile Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra, Hamdaniler (906-990), Mervanıler (990-1096) denetiminde kalmış, daha sonra Artukoğulları eline geçmiştir. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup, Hasankeyf’e en parlak dönemini yaşatmışlardır. Artukoğulları Hasankeyf ile beraber Diyarbakır, Mardin ve Harput’ta hüküm sürmüşlerdir. Selçuklu sultanı Alparslan ve Melikşah gibi değerli devlet adamlarının, ileri gelen komutanlarından Artuk, 1071 Malazgirt savaşından sonra bölgeyi Selçukluların hakimiyetine katarak Selçuklulara önemli bir katkıda bulunmuştur. 1232 yılında Eyübi Sultanı El-Kamil El-Malik tarafından Hasankeyf ele geçirilmiştir.
Ortaçağın ve şarkın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler Mısır, Süriye ve Yemende hüküm sürmüşlerdir. Böylece Eyyübi hükümdarlarının şehri ele geçirmeleri ile birlikte 130 senelik Artukoğulları dönemi sona ermiştir. Selahaddini Eyyübiden sonra Eyyübiler bir çok emirliklere ayrılmış olup, Hasankeyf Eyyübi hükümranlığı da bunlardan biridir.
Eyyübiler çok önemli eserler yaptırmış, ilim, sanat ve kültürel alanda miraslar bırakmışlardır. Özellikle mimari sahada faaliyet gösteren Hasankeyf Eyyübileri tarihteki yerlerini almışlardır. Moğol istilasından Hasankeyf’te nasibini almış,Moğollar burayı ele geçirilerek yağma ve tahrip etmişlerdir. Eyyübilerden sonra Hasankeyf’e Akkoyunlular hakim olup, 15. y.y başına kadar hüküm sürmüşlerdir. 1473 yılında uzun hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasında yapılan otlukbeli savaşında uzun hasan’ın oğlu zeynel bey şehit olmuş ve Hasankeyf’te dicle nehri kenarında gömülmüştür. Akkoyunlulardan sonra Hasankeyf İran Sefavilerin hakimiyetine geçmiştir.
1515 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi ile birlikte Hasankeyf Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönemde Hasankeyf çevredeki aşiretleri idare eden merkezi bir hanedanlık konumunda olup, buna paralel olarak iktisadi ve ticari yapıda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000. civarında olması ise Hasankeyf’in büyük bir yerleşim merkezi olduğu gösterir. Erken ortaçağ tarihi ve yapıtlarından anlaşıldığı üzere Hasankeyf’te kültür uygarlıkların kaynaştığı, yerleşik halkın, 7000. civarındaki yazları serin kışları sıcak olan ve ortaçağ şartlarında çok modern ev olan mağaralarda hayatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır.
2. HASANKEYF KALESİ – BATMAN
Yekpare taştan yapılmış olan Hasanakeyf kalesi, Dicle nehri kıyısında ve nehirden 200 m. yüksekliğindedir. M.S.363 yılında bir Süryani piskoposluğunun merkezi olarak Bizanslılar tarafından yapılmıştır. Hıristiyanlığın bu bölgede yaygılaşmasından sonra, Kadıköy Konsülü tarafından M.S. 451 yılında alınan bir kararla Hasankeyf’teki Piskoposluğa Kardinal unvanı verilmiştir. Çok korunaklı ve ele geçirilmesi zor olan bu kale, Bizanslıların doğuda yaptıkları en sağlam kalesidir. Hasankeyf Kalesinin asıl adı “ Hısno Koyfa ” yani, Kaya Kalesidir.
Yaklaşık 300 yıllık Bizans hakimiyeti döneminde dini bir işlev gören Hasankeyf Kalesi, İslamiyetin inkişafından sonra, sırasıyla Abbasiler, Mervaniler ve Hamdanilerin egemenliğinden sonra 638 yılında Halit Bin Velid’in komutanı İyaz Bin Ganem tarafından fethedilmiştir. 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Selçukluların Anadolu’ya girmesiyle birlikte bu bölgede hakimiyet kuran Artuk Oğulları Beyliği sınırları içinde kalan Hasankeyf Kalesi, Artuk Oğulları tarafından imar edilerek iskana açılmış ve 1101-1231 yılları arasında Artuk oğulları beyliğine başkent yapılmıştır. Hasankeyf, 1260 yılında Moğollar tarafından istila edilince, halk şehri terk ederek çok muhkem olan kaleye ve yamaçlardaki mağaralara sığınarak Hülagu’nun zulmünden kısmen de olsa kurtulmayı başarmıştır. Hasankeyf kalesinin iki kapısı vardır.
Doğudaki kapıya İmam Abdullah Kapısı, Batıdaki kapıya da Sır Kapısı denilmektedir. Kaleye basamaklı merdivenler şeklinde olan bu yollardan çıkılır. Kale duvarlarında birçok kitabe yer almaktadır. Kaleye su taşımak için Dicle nehrine inen biri açık diğeri gizli iki takviye yol yapılmıştır. 200’er basamaklı olan bu merdivenli yollar halen sağlam durmaktadır.
3. MOR KİRYAKUS MANASTIRI – BATMAN
İlk çağdaki sınırları Dicle Nehrinin güney kıyısından başlayıp Suriye sınırına kadar uzanan ve dini yönetim açısından Hasankeyf’teki Piskoposluğa bağlı olan bölgeye Turabidin denilmektedir. Süryani Hıristiyanları tarafından kutsal kabul edilen Turabidin bölgesinin en uç noktasındaki Mor Kiryakus manastırı, bu bölgede yer alan 80’e yakın kilise ve manastır içinde önemli bir yer tutmaktadır. Manastıra girişteki ana kapı üzerinde ve iç avluyu iki bölüme ayıran kemerli kapının üzerinde olmak üzere Süryanice yazılmış iki taş kitabe mevcuttur. İlk kitabede Haleb’li Salibo isimli bir şahıstan bahsedilmekte ancak, manastırın yapım tarihi hakkında bir bilgi verilmemektedir.
Çünkü Süryani Hıristiyanları inşa ettikleri manastır ve kiliselerinde kullandıkları kitabeleri tarih veren bir belge olmasından ziyade, İncil’den insanlara mesaj veren dini içerikli birer ilahi metin olmasını hep tercih etmişlerdir. Bu manastırda görülen her iki kitabe de birer ilahi metindir. 4.yüzyılda Halep’ten Turabidin bölgesine gelerek insanları vaftiz edip Hıristiyanlaştıran Misyoner Keşişler, özellikle Kuzey Mezopotamya ovasına hakim tepe ve kayalıklar üzerine manastırlar kurmayı bir gelenek haline getirmişlerdir. Kıra Dağının Kuzey Mezopotamya ovasına bakan doğu yamacına kurulmuş bulunan Mor Kiryakus Manastırı da böyle bir düşüncenin ürünüdür. Ancak bölgenin ilk manastırlarından biri olması ve inşasından sonra yeni manastırların açılmasına ön ayak olması açısından da çok önemlidir. Çünkü o devirlerde Misyonerliğin kırsal alanlardaki öncüleri olan keşişler, ancak bu şekilde inşa ettikleri manastır ve kiliseler vasıtasıyla Hıristiyanlığın yayılmasında başarılı olacaklarına inanmışlardır. Bu duruma göre Mor Kiryakus Manastırı, İlk çağ Hıristiyanlığın fetret devri olan 4.yüzyılda, yaklaşık M.S. 457 yılında yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü 4. Yüzyılda yapılan kilise ve manastırlarda çan kulesi yapma geleneği yoktu.
Mor Kiryakus Manastırında da çan kulesinin bulunmayışı, yukarda verilen inşa tarihini doğrulamaktadır. Çünkü Manastır ve Kiliselerde Çan kulesi yapımı, sonraki yüzyılda İslamiyet in inkişafıyla birlikte yapılan ibadethanelere ilave edilen minarelerden esinlenerek gelenek haline getirilmiştir. Osmanlı saltanatı döneminden günümüze kadar gelen ve azınlıklara gösterilen hoşgörüden dolayı İmparatorluk sınırları içinde kalan birçok yerdeki manastır ve kiliselerde devletçe yapılan tadilat ve onarımlar, Mor Kiryakus Manastırında da kendini göstermiştir. 17.yüzyılın sonuna kadar birkaç kez devlet tarafından onarılan Mor Kiryakus Manastırı, bu tarihte üst katın ilave edilmiş olduğu rivayet edilmektedir. Bu onarımlar esnasında Hasankeyf’ten taş ustaları getirilerek Mor Kiryakus Manastırında çalıştırılmıştır. Mor Kiryakus manastırı ile birlikte, Turabidin bölgesinin engebeli yapısı üzerine serpiştirilmiş olan bu gizemli ve eşsiz mimari güzellikteki manastır ve kiliselerin bugün için cemaatleri kalmadığından birçoğu metruk duruma düşmüştür. Ancak, başlı başına birer abide olan bu terk edilmiş anıtların tamamı Kültür Bakanlığınca tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
İlimiz Beşiri İlçesine bağlı Ayrancı Köyünde bulunan Mor Kiryakus manastırı da tescilli yapılarımızdandır. Yaklaşık 2,5 dönüm ( 2500 m2 ) alan üzerine inşa edilen Mor Kiryakus manastırı, dehlizlerle yeraltına uzanan bir yer altı katıyla birlikte 3 katlı bir yapıdır. Dıştan dikdörtgen planlı, içtende geniş iki kare planlı kapalı bir avlu ve bu avlunun etrafında kemerli payendelerin gerisinde odalar yer almaktadır. Özellikle Manastır Patriğinin yatak odası olarak kullandığı oda tavanını oluşturan sekizgen dilimli taş kubbenin, yıldızlı haçların mimari yapısında, üstün bir sanat değeri vardır. Büyük bir bölümü yıkık durumda olan Mor Kiryakus manastırında, birbirine bitişik çok sayıda ve farklı ölçütlerdeki odaların mevcut olması, buranın bir ibadethane, medrese ve inziva yerinden oluşan bir külliye olduğu anlaşılmaktadır.
4. ZEYNEL BEY KÜMBETİ – BATMAN
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey için yapılmış olup Akkoyunlu Beyliği devrinden (1460-1487) kalma bir anıt mezardır. Anadolu’daki anıt mezar geleneğinin ilk örneği olan Zeynel Bey Kümbetinin kuzey kapısı üzerindeki kitabede “11 Ağustos 1473 yılındaki Otlukbeli Savaşında şehit düşen Bahadır Han Hasan Bey in oğlu Zeynel Bey için yapıldığı” anlatılır. Daire planlı mezar odasının üzerinde, dıştan daire plan içten de sekizgen plan devam edilerek esas gövde yapısı yükseltilmiştir. Tavanı kubbe şeklinde olup konik bir külahla örtülüdür. Gövde kısmını dıştan çevreleyen alt alta 3 sıra halindeki çinilerle yazılmış “ Allah-Muhammed-Ali” yazıları, kümbetin mimari yapısına ayrı bir estetik vermiştir. Kendi türünün tek örneği olan bu silindirik yapı, üzerindeki çini süsleme yazılar ve kitabesiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Mimarı Abdurrahman oğlu Pir Hasan isimli bir zattır.